Van Gölü… Sadece mavinin en berrak tonlarını değil, bir halkın tarihini, kültürünü, hatta varoluşunu yansıtan bir su aynası. Binlerce yıldır bu coğrafyaya hayat veren, efsanelere ilham olmuş, türkülerde yankılanan bu göl, artık mavi bir hatıradan ibaret kalma tehlikesiyle karşı karşıya. Çünkü Van Gölü, gözlerimizin önünde, sessizce kirleniyor.
Bu eşsiz doğa mirası, bugün evsel atıklarla, sanayi kirliliğiyle ve vicdan tutulmasıyla baş başa. Göl çevresine dökülen çöpler, gelişigüzel atılan plastikler, bilinçsizce boşaltılan kanalizasyonlar… Her biri gölün damarlarına işleyen birer zehir damlası gibi. Ve tüm bunlar, yalnızca doğayı değil, kolektif hafızamızı da karartıyor.
Van Gölü, bir zamanlar çevresinde çamaşır yıkayan kadınların kahkahalarıyla, kıyısında oynayan çocukların şenliğiyle anılırdı. Bugünse o kıyılarda teneke kutular, kırık cam şişeler ve paslı metal parçalarıyla baş başa kalıyoruz. Suya bakan her göz, artık sadece maviliğe değil, aynı zamanda utanca da bakıyor.
Barajlar nedeniyle göle karışamayan dereler kuruyor. Eski kaynaklar ya yön değiştirmiş ya da tamamen susmuş durumda. Göle nefes aldıran damarlar bir bir kesilirken, bunun bir “doğal süreç” olduğu yalanına sığınmak, göl kadar insanlığı da boğuyor.
Göl çevresine kontrolsüzce yapılan yapılar, beton duvarlar, kıyıya kadar ilerlemiş araçlar ve asılsız “turizm” yatırımları, bu coğrafyanın sadece suyunu değil, ruhunu da tüketiyor. Oysa Van Gölü, ticarileştirilecek bir “arsa” değil, korunması gereken bir mirastır. Bu göl, bir halkın hafızası kadar, geleceğe bırakabileceği en berrak emanettir.
Bütün bu kirliliğin ortasında bir gerçek fısıldıyor: Temiz bir göl, temiz bir vicdan ister.
Sadece yasalarla değil, insan yüreğiyle korunur bu toprak. Van Gölü’nün kaderi, atılacak resmi adımlar kadar, her bireyin göstereceği duyarlılıkla da şekillenecek.
Bugün bir kez daha bu mavi aynaya bakalım. Ve kendimize soralım;
Kirlenen su mu, yoksa biz miyiz?